ADLİ SİCİL VE HÜKÜMLÜLÜK KAYDININ SİLİNMESİ İLE YASAKLANMIŞ HAKLARIN GERİ VERİLMESİ
19 Mayıs 2025
A. Giriş
Ceza hukuku, yalnızca suç işleyen bireyin cezalandırılması ile sınırlı olmayan; aynı zamanda topluma yeniden kazandırılması amacı taşıyan bir hukuk dalıdır. Bu nedenle cezanın infazı tamamlandıktan sonra bireyin yeniden toplumla bütünleşebilmesi, sosyal ve siyasal haklarını kullanabilmesi büyük önem arz eder. Ancak cezanın infazı sonrasında dahi devam eden bazı kısıtlamalar, kişinin haklarına erişimini engelleyebilmekte ve onun topluma entegrasyonunu zorlaştırmaktadır.
Bu kısıtlamaların başında, adli sicil ve hükümlülük kaydının silinmemesi ve yasaklanmış hakların geri verilmemesi gelir. Özellikle kamu görevine girme, seçme ve seçilme hakkı gibi temel anayasal hakların sınırlandırılması, birey üzerinde cezai sürecin fiilen devam etmesi anlamına gelmektedir. Bu durum, hem insan hakları belgelerinde güvence altına alınan “ikinci şans” ilkesine, hem de cezanın infazıyla birlikte başlayan topluma dönüş sürecinin doğasına aykırıdır.
Adli sicil ve hükümlülük kayıtlarının silinmesi ile yasaklanmış hakların geri verilmesi, Türk hukuk sisteminde hem yasa hem de içtihat düzeyinde düzenlenmiştir. Bu süreçlerde bireyin lehine yapılan değerlendirmeler, yeniden topluma kazandırma ilkesinin bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir. Özellikle Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları, bu alanlardaki hak ihlallerine karşı önemli içtihatlar geliştirmiştir.
B. Tanım, Kapsam Ve Silinme Süreci
Adli sicil kaydı, bireyin işlemiş olduğu suçlardan dolayı almış olduğu kesinleşmiş mahkûmiyet kararlarının kayıt altına alınmasıyla oluşan resmi belgedir. Bu kayıtlar, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu kapsamında düzenlenmekte olup, bireyin cezai geçmişine dair resmi bir veri tabanıdır. Adli sicil kayıtları, kişinin iş başvurularında, kamu görevlerine atamalarda, askerlik, vize ve vatandaşlık işlemlerinde sıklıkla talep edilmekte; dolayısıyla bireyin sosyal ve hukuki yaşamını doğrudan etkilemektedir.
Hükümlülük kaydı ise cezanın infazı sürecinde bireyin kamu haklarından yoksun bırakıldığı durumları ifade eder. Özellikle Türk Ceza Kanunu (TCK)’nun 53. maddesi uyarınca ceza infaz süresince bireyin bazı temel hakları kullanması sınırlandırılabilir. Bu haklar arasında kamu görevine girme, seçme ve seçilme hakkı, velayet hakkı ve bazı meslekleri icra etme hakları yer almaktadır. Hükümlülük kaydı, adli sicil kaydından farklı olarak cezanın infaz süreciyle ilgilidir; ancak her iki kayıt türü de bireyin hak ve özgürlükleri üzerinde doğrudan etkiye sahiptir.
Adli sicil kayıtlarının silinmesi, 5352 sayılı Kanun’un 12. maddesi çerçevesinde düzenlenmiştir. Buna göre cezanın infazından sonra belirli sürelerin geçmesi ve kişinin bu süre içinde yeni bir suç işlememesi halinde kayıtların silinmesi mümkündür. Bu süreler cezanın türüne ve süresine göre farklılık göstermektedir. Örneğin bir yıl ve daha az süreli hapis cezaları için infazdan sonra 5 yıl, daha uzun süreli hapis cezaları için ise infazdan sonra 10 yıl geçmesi gerekmektedir. Ayrıca, özel hayata saygı hakkı kapsamında bireyler arşiv kayıtlarının da silinmesini talep edebilir.
Bu düzenlemelerin amacı, cezasını çekmiş bir bireyin yeniden suç işlememesi durumunda toplumla sağlıklı bir entegrasyon kurmasına olanak sağlamaktır. Aksi hâlde, ceza hukukunun dönüştürücü ve iyileştirici işlevi yerine, yalnızca cezalandırıcı yönü ön plana çıkmakta ve bu durum sosyal barışı tehdit etmektedir.
C. Türk Ceza Kanunu M.53 ve Hukuki Süreç
Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca, cezası infaz edilen kişiler bazı temel haklardan mahrum bırakılmaktadır. Bu hak yoksunlukları, kasten işlenmiş bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olunması hâlinde uygulanmakta olup, cezanın infazı tamamlanana kadar sürmektedir. Hak yoksunlukları, bireyin kamu hizmetlerinde çalışamaması, seçme ve seçilme hakkını kullanamaması, bazı meslekleri icra edememesi gibi geniş bir alana yayılmaktadır. Bu düzenlemenin temel amacı, kamu güvenliği ve düzenini korumaktır. Ancak infazı tamamlanan bir bireyin bu haklara süresiz olarak erişememesi, ceza hukukunun yeniden topluma kazandırma ilkesine aykırılık teşkil edebilir.
TCK. m.53/6 kapsamında yer alan “yasaklanmış hakların geri verilmesi” kurumu, bireyin infaz sonrası dönemde yeniden temel haklarına kavuşabilmesini mümkün kılar. Buna göre, cezanın infazından sonra kişi, “iyi hâlli” olduğunu mahkeme huzurunda ispatlamak suretiyle yasaklı haklarının kendisine iade edilmesini talep edebilir. Bu süreçte kişinin topluma uyum sağladığı, yeniden suç işlemediği ve toplumsal değerlerle bağ kurduğu yönünde kanaat oluşması gerekir.
Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı, mahkemeler tarafından verilir ve bu süreçte Cumhuriyet savcısının görüşü alınır. Mahkeme, bireyin dosyasını ve infaz sürecindeki tutumunu dikkate alarak karar verir. Bu noktada, hükümlünün cezasını tamamladıktan sonra kamu yararına bir işte çalışması, ailesine destek olması, sabıkasız yaşam sürdürmesi gibi hususlar olumlu değerlendirilir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2017/29 K. sayılı kararında, “ceza infaz sürecini tamamlayan kişinin yasaklanmış haklarının iadesi, yalnızca bireysel hakların tesisi açısından değil, toplumla yeniden bütünleşmenin sağlanması bakımından da önemlidir” denilmiştir. Yüksek Mahkeme bu kararıyla, cezanın infazıyla birlikte başlayan yeniden topluma dönüş sürecinin, hukuki olarak da desteklenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Bu kurumun etkin işlemesi, bireyin yalnızca cezaevinden değil, cezai kayıtlardan da özgürleşmesini sağlar. Böylece bireyin ekonomik, sosyal ve siyasal hayata katılımı kolaylaşır ve yeniden suç işleme riski azaltılır. Ceza hukukunun toplumsal düzenin sağlanmasında etkin bir araç olması, yalnızca cezalandırma yoluyla değil, bu tür düzenleyici mekanizmalarla da mümkündür.
D. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Kararları Işığında Değerlendirme
Adli sicil kayıtlarının silinmemesi veya yasaklı hakların iadesinin keyfî şekilde engellenmesi, bireyin temel hak ve özgürlüklerine aykırı sonuçlar doğurabilmektedir. Bu noktada Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın kararları, ihlallerin tespiti ve giderilmesi bakımından yol gösterici nitelik taşır.
Anayasa Mahkemesi, 27.02.2019 tarihli ve B. No: 2014/7256 sayılı bireysel başvuru kararında, başvurucunun infazı tamamlanmasına rağmen kamu görevine girme hakkının adli sicil kaydı gerekçe gösterilerek reddedilmesini, özel hayata saygı hakkı ile ayrımcılık yasağının ihlali olarak değerlendirmiştir. Mahkeme, bireyin yeniden toplumla bütünleşmesinin önünde keyfi engeller bulunmasının, cezanın infazı ile bağdaşmadığını ve bireyin kişiliğini geliştirme hakkını sınırladığını belirtmiştir.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 2019/8104 E., 2020/4157 K. sayılı kararında ise, hükümlünün kamu görevine başvurmasının reddedilmesi üzerine yapılan itirazı incelemiştir. Kararda, “Adli sicil kayıtlarının belirli bir süre geçtikten sonra silinmemesinin, ceza adaletinin dönüştürücü işlevine zarar vereceği” belirtilmiş ve ceza infazının ardından bireyin önünün açılması gerektiği vurgulanmıştır.
Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2016/442 E., 2017/29 K. sayılı kararında, yasaklanmış hakların geri verilmesine ilişkin başvuruda, hükümlünün ceza sonrası iyi hâli dikkate alınarak karar verilmesi gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Kurul, bireyin suçtan uzak bir yaşam sürdüğüne ilişkin kanaatin oluşması hâlinde, anayasal hakların kısıtlanmasının devam etmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında, sabıka kaydına dayanarak kamu hizmetinden men edilen bir bireyin özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme, bireyin sabıka kaydının artık güncelliğini yitirmiş olması ve başvurucunun topluma uyumlu bir yaşam sürdürmesi karşısında, kayıtların silinmemesini orantısız bir müdahale olarak değerlendirmiştir.
Bu kararlar, ceza infazının ardından bireylerin yeniden hak sahibi olması gerektiği yönündeki hukuki ve anayasal yaklaşımı ortaya koymaktadır. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesi gereği, devletin cezasını çekmiş bireylere ikinci bir şans tanıması yükümlülüğü bulunmaktadır. Aksi hâlde, cezanın infazının ardından dahi süren fiili yaptırımlar, bireyin yaşamını sınırlandırmaya devam eder ve sosyal barışa zarar verir.
Adli sicil ve hükümlülük kayıtlarının silinmesi ile yasaklanmış hakların geri verilmesi, yalnızca bireyin kişisel haklarının iadesi bakımından değil, aynı zamanda toplumsal bütünlük ve kamu düzeni açısından da hayati öneme sahiptir. Cezasını çekmiş bireylerin toplumdan dışlanması, yeniden suç işleme riskini artırmakta; bireyin sosyal hayata katılmasını engellemekte ve kamu güvenliği üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Toplumda hâlâ yaygın şekilde karşılaşılan “sabıkalıya güvenilmez” algısı, bireyin sosyal yaşama dahil olmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Bu önyargının hukuk sistemince pekiştirilmesi hem anayasal eşitlik ilkesine hem de insan onuruna aykırıdır.
Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan orantılılık ilkesi gereği, ceza infazı tamamlanan bireylerin daha fazla cezalandırılmaması gerekir. Aksi hâlde ceza süreci, yalnızca özgürlüğün kısıtlanması değil, aynı zamanda yaşam hakkı ve kişisel gelişim hakkı gibi temel hakların da uzun vadeli olarak ihlal edilmesi anlamına gelir. Bu nedenle, yasa koyucu ve uygulayıcı makamlar tarafından, bireylerin bu haklara erişimini kolaylaştıracak düzenlemelere öncelik verilmelidir.
Bu bağlamda, yasal koşulları taşıyan her bireyin adli sicil ve hükümlülük kayıtlarının silinmesi ile yasaklanmış hakların geri verilmesi talebinin hızlı ve etkili şekilde değerlendirilmesi hem bireysel hakların tesisi hem de toplumsal barış açısından önemlidir. Mahkemeler, bu süreci yalnızca teknik bir değerlendirme olarak değil; aynı zamanda anayasal yükümlülüklerin bir parçası olarak ele almalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Veli Özer Özbek vd., İnfaz Hukuku, 19. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2024