ÇEVRENİN KİRLETİLMESİNDE HUKUKİ SORUMLULUK

02 Aralık 2024
A. GENEL OLARAK
Çevre kirliliği neredeyse tüm ülkeler için üzerinde ivedilikle durulması gereken bir sorun halinde insanlığın karşısında durmaktadır. Bu sorunun giderilebilmesi için çok yönlü girişim ve yaptırımlara ihtiyaç olduğu açıktır. Söz konusu yaptırımların idari, cezai ve hukuki sorumluluklar getirmesi de elzemdir. Yaptırımların sadece ulusal düzeyde olması da yeterli olmayıp, uluslararası düzenlemelere de ihtiyaç olduğu ve bu düzenlemelerin getirdiği yaptırımların uygulanıp uygulanmadığının da ayrıca kontrol edilmesi gerekmektedir.
Anayasamızın 56’ncı maddesinde çevre konusunda anayasal hükümler mevcuttur. Buna göre: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” Ayrıca bu konuda 2872 sayılı Çevre Kanunu da ülkemizde çevrenin korunması ve kirletilmesi halinde uygulanacak yaptırımlar yönünden belirleyici öneme sahip hukuksal bir düzenlemedir. Kanunun 1’inci maddesinde “Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.” denilmektedir.
Çevreyi kirletmenin hukuki sorumluluğu konusunda değineceğimiz ilk husus, komşuluk hukuku çerçevesinde olacaktır. Bu husustaki en temel düzenleme Türk Medeni Kanunu m.737’de: “Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkileri kullanırken ve özellikle işletme faaliyetini sürdürürken, komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür” denilmek suretiyle getirilmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi, özellikle taşınmazın durumuna, niteliğine ve yerel adete göre komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan duman, buğu, kurum, toz, koku çıkartarak, gürültü veya sarsıntı yaparak rahatsızlık vermek yasaktır. Bu taşkınlıklar yerel adetin öngördüğü sınırlarda olmasına rağmen kaçınılmazsa, zarar görenin bundan doğan zararların denkleştirilmesi taleplerine fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi uygulanacaktır. Yerel adete uygun ve kaçınılmaz taşkınlardan doğan taşkınlıkların varlığını takdir edecek olan hakimdir. Doğaldır ki hakimin takdir yetkisini kullanırken, tarafların menfaatlerini göz önüne alması gerekmektedir.
Taşınmaz malikinin sorumluluğu için kusur aranmasa da tazminat sorumluluğunun diğer şartları haksız fiil sorumluluğunun kurallarına tabidir. Bu nedenle, fiil ile zarar arasında uygun bir illiyet bağının bulunması, hukuka aykırı bir müdahale, hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir hukuka uygun sebebin olmaması, zarar veya zarar tehlikesinin meydana gelmesi bu noktada göz önünde bulundurulması gereken hususlardır. Böylesi bir haksız durumla karşılaşan malik, durumun eski hale getirilmesi, tehlikenin ve uğradığı zararın giderilmesini dava edebilir. Hakim, yerel adete uygun ve kaçınılmaz taşkınlardan doğan zararların, uygun bir bedelle denkleştirilmesine karar verebilir. Özetle böylesi durumlarda; eski hale getirme davası, tazminat davası ve tehlikenin giderilmesi davaları açılabilmektedir.
B. ÇEVREYİ KİRLETMEDE KUSURSUZ SORUMLULUK HALLERİ
Türk sorumluluk hukukunda kural, kusur sorumluluğudur. Bu nedenle kusursuz sorumluluk halleri istisnai olarak düzenlenmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) kusursuz sorumluluk halleri; adam çalıştıranın sorumluluğu, yapı malikinin sorumluluğu ve tehlike sorumluluğu şeklinde düzenlenmiştir. Çevre kirlenmesinden doğan sorumluluğun kusursuz sorumluluk yönünde olduğu ifade edilmektedir.
Konumuz bakımından 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 71’inci maddesinde düzenleme bulan tehlike sorumluluğu önem arz etmektedir. Çevrenin kirlenmesine neden olan işletmeye karşı zarar gören kişi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 71’inci maddesi ile genel bir hükümle düzenlemiş olan tehlike sorumluluğuna da gidilebilecektir.
“Önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten müteselsilen sorumludur.
Bir işletmenin, mahiyeti veya faaliyette kullanılan malzeme, araçlar ya da güçler göz önünde tutulduğunda, bu işlerde uzman bir kişiden beklenen tüm özenin gösterilmesi durumunda bile sıkça veya ağır zararlar doğurmaya elverişli olduğu sonucuna varılırsa, bunun önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletme olduğu kabul edilir. Özellikle, herhangi bir kanunda benzeri tehlikeler arzeden işletmeler için özel bir tehlike sorumluluğu öngörülmüşse, bu işletme de önemli ölçüde tehlike arzeden işletme sayılır.
Belirli bir tehlike hâli için öngörülen özel sorumluluk hükümleri saklıdır.
Önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletmenin bu tür faaliyetine hukuk düzenince izin verilmiş olsa bile, zarar görenler, bu işletmenin faaliyetinin sebep olduğu zararlarının uygun bir bedelle denkleştirilmesini isteyebilirler.”
2872 sayılı Çevre Kanunu 28’inci maddesinde çevreyi kirletenin sorumluluğu özel olarak düzenlemiştir.
“Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar.
Kirletenin, meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır.
(Ek fıkra: 26/4/2006-5491/19 md.) Çevreye verilen zararların tazminine ilişkin talepler zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren beş yıl sonra zamanaşımına uğrar.”
Çevre Kanunu kirletenin sorumluluğu maddesinden burada bir kusursuz sorumluluk halinin varlığı görülmektedir. Çevreyi kirletenin hukuki sorumluluğundan bahsedebilmek için öncelikle kusursuz sorumluluk için gerekli olan şartların tamamlanması gerekmektedir. Şöyle ki;
- Bir Kirletenin Bulunması
- Çevre Kirliliği
- Hukuka Aykırılık
- Zarar oluşumu
- İlliyet Bağı
Çevrenin kirlenmesi nedeniyle sorumlu olacak kişiler, gerçek kişiler gibi tüzel kişiler de olabilmektedir. Kamu tüzel kişilerinin de çevreyi kirletme eylemleri nedeniyle sorumluluğu doğabilecektir. Çevrenin kirletilmesine yol açan eylemlerin, kim tarafından gerçekleştiğinin belirlenmesi oldukça önemlidir. 2872 sayılı Çevre Kanunu 2’nci maddesinde kirleten, “Faaliyetleri sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine, ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişileri,” olarak ifade edilmiştir.
Çevrenin kirlenmesi eylemi için canlıların sağlığını, yaşamını ve ekolojik dengeyi bozan her çeşit kirliliğinin varlığı, herhangi bir negatif durumun yeterli olduğu belirtilebilecektir. Çevrenin kirletilmesi eylemi, 2872 sayılı Çevre Kanunu’na göre aykırılık taşıdığı için kirletmenin gerçekleşmesiyle hukuka aykırılık da gerçekleşmiş sayılır. Bu eylemle birlikte çevrenin kirlenmesinden kaynaklanan bir zarar meydana gelmelidir. Çevrenin kirletilmesine neden olan durum ile meydana gelen zarar arasında uygun illiyet bağının varlığı halinde 2872 sayılı Çevre Kanunu 28’inci maddesi ile çevreyi kirletenin sorumluluğundan söz konusu olacaktır. Denizde çevre kirliliği oluşturan gemi atığının, denizde oluşturduğu kirlenme ile illiyet bağı oluştuğu söylenebilir. Her somut olaya göre illiyet bağının kesilip kesilmediği değerlendirilmelidir. Çevre kirliliği ile oluşan zararlarının önüne geçilmesi ve giderilmesi için Çevre Kanunu hükümleri sağlıklı bir çözüm sunmaktadır.
C. YARGI KARARLARI
Çevrenin kirletilmesinin hukuki sorumluluğuna ilişkin ortaya çıkan uyuşmazlıklara ilişkin yargıtay kararları şu şekilde örneklendirilebilecektir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 1997/458 K.1997/1307 Sayılı Kararı:
“ÖZET: Çevrenin kirlenmesinden doğan zararları tazmin sorumluluğu, 2872 sayılı Yasanın 28. maddesi uyarınca çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Aynı şekilde taşınmaz mülkiyet hakkının aşkın kullanılmasından doğan sorumluluk da kusura dayanmamaktadır. MK.nun 656. maddesinde sorumluluğun koşulları arasında kusur saymadığı gibi, bu maddede kurtuluş kanıtına da yer verilmemiştir.
Çevre Kanunu’nun 28/11. maddesi uyarınca; "kirletenin, meydana gelen zarardan ötürü genel hükümlere göre tazminat sorumluluğu saklıdır". Böylece kanun koyucunun sorumlulukları yarışması ilkesinden hareket ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre zarar gören özellikle Çevre Kanunu madde 3/f&'ye göre kirletenin sorumluluğu veya MK. madde 656 uyarınca taşınmaz malikinin sorumluluğu arasında, somut olayda hangisinin şartları kendisine daha elverişli geliyorsa ona göre seçim yapabilir.
Mahkemece, yukarda belirtilen hukuki ve fiili olgular dikkate alınıp tartışılmadan yüzeysel bir gerekçe ile davanın reddedilmesi doğru değildir.
(2872 S. K. m. 28/2, 3/f) (743 S. K. m. 656)
Dava dilekçesinde, 57.221.500 lira zararın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece, davanın reddi cihetine gidilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşüldü:
A) Davacı dava dilekçesinde; üzüm bağının güneyinde bulunan yoldan geçen ve davalıya ait taşınmazdan kum çeken kamyonların çıkardığı toz sonucu bağının etkilendiğini, mahkemece yapılan tespit sonucu alınan zirai bilirkişi raporunda (53.280.000) liralık zarara uğrandığının tespit edildiğini iddia ederek, vaki zararın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı cevap vermemiştir.
Mahkemece; dinlenen tanık beyanlarına göre, davalının araçlarının geçtiği yerin genel yol olması nedeniyle ve bu yüzden ispatlanamayan davanın reddi cihetine gidilmiştir.
Davacıya ait bağın güneyinde bulunan toprak yoldan, davalının açmış olduğu kum ocağına gelip giden kendisine ait kepçe ve kamyonların çıkardığı tozdan, mahkemece yapılan tespit dosyasındaki zirai bilirkişi raporunda; 440 adet asmadan 185 adedi ile üzümlerin üzerinin tozla kaplı olduğu, bunun irileşmeyi engellediği ve şeker oranını düşürdüğü, ayrıca omcaların fizyolojik gelişimini tamamlamadığı, fotosentez ve özümleme olayının çok yavaşladığı, gelişmenin kısmen durduğu veya çok ağır ilerlediği bu yüzden gelecek yıllardaki verimi % 10 düşüreceği belirtilmiştir.
B) Davaya uygulanması gereken hukuksal sorunla ilgili gerekli bilgiler aşağıda sıralanmıştır:
-
2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 2. maddesinin (c) fıkrasına göre; çevre kirliliği; "insanların her türlü faaliyetleri sonucu, havada, suda ve toprakta meydana gelen olumsuz gelişmelerle ekolojik dengenin bozulması ve aynı faaliyetler sonucu ortaya çıkan koku, gürültü ve atıkların çevrede meydana getirdiği arzu edilmeyen sonuçlar" olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda şu husus önemle belirtilmelidir: Yukarıda sözü edilen madde 2(c)&'deki sayma sınırlı olarak kabul edilmemeli, sözü geçen hallerde; havada, suda, toprakta olumsuz gelişmelere yol açtıkları takdirde çevre kirliliğinin varlığı tanınmalıdır.
-
Taşınmaz malikinin sorumluluğunun doğması için MK. 656&'ya göre "malikin hakkını tecavüz etmesi" şarttır. Maddedeki bu deyimi "malikin mülkiyet hakkını aşkın kullanması" şeklinde anlamak gerekir. Böylece, taşınmaz mülkiyetinin aşılmasına yol açan müdahaleler başka bir taşınmaz üzerinde meydana gelmeli ve diğer bir taşınmazı etkilememelidir. Malikin, mülkiyet hakkını aştığından sözedebilmek için, öncelikle davranışının taşınmazın kullanılması ya da işletilmesi ile bir bağlılığı olmalıdır.
Çevre Kanunu, aktif dava ehliyeti yönünden hiçbir sınırlama getirmeksizin, çevrenin kirlenmesinden zarar gören herkesi dava açabilmeye yetkili kılmıştır. Burada davacı zararını, zararla kirlenmeye yol açan müdahale arasındaki uygun illiyet bağını ve müdahalenin yönetmeliklerle gösterilen standartları aştığını ispat etmek zorundadır. Taşınmaz malikinin sorumluluğu komşuluk hukuku açısından ve kusursuz sorumluluk esaslarınca düzenleyen MK.nun 661. maddesine göre çözümlenmelidir.
-
Çevre Kanunu’na göre sorumlu kişi, "kirleten"dir. Çevre Kanunu madde 2(d) kirleteni, "fiilleri sonucu doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine sebep olan gerçek ve tüzel kişiler" olarak tanımlamaktadır. Çevre Kanunundan doğan sorumluluk için önemli olan, kirletenin yani gerçek veya tüzel kişilerin fiili olup, bunların bir mülkiyet hakkına mı, sınırlı ayni hakka mı, yoksa bir şahsi hakka mı haiz olduğu aranmayacaktır.
-
Çevrenin kirlenmesinden doğan zararları tazmin sorumluluğunda, 2872 sayılı Yasanın 28. maddesinde şu düzenleme öngörülmüştür: "Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar". Aynı şekilde taşınmaz mülkiyet hakkının aşkın kullanılmasından doğan sorumluluk da kusura dayanmamaktadır. Zira, MK.nun 656. maddesinde sorumluluğun koşulları arasında kusur sayılmadığı gibi bu maddede kurtuluş kanıtına da yer verilmemiştir.
-
Çevre Kanunundan doğan sorumluluk, "çevrenin kirlenmesi" halinde söz konusu olmaktadır. Buna karşılık taşınmaz malikinin sorumluluğu "taşınmaz mülkiyetinin aşkın kullanılması" halinde uygulanabilecektir.
-
Mülkiyet hakkının aşkın kullanılması, taşınmazın normal işletilme ve kullanılması ile ilgili olmalıdır. Bundan başka, taşınmaz mülkiyetinin aşılmasına yol açan müdahaleler, başka bir taşınmaz üzerinde meydana gelmeli ve diğer bir taşınmazı etkilemelidir. Buna karşılık Çevre Kanunu’ndan doğan sorumluluk taşınmazdaki tesisatın veya işletmenin kullanılmasına veya işletilmesine bağlı kılınmamıştır. Bir gerçek veya tüzel kişinin doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirlenmesine sebep olan herhangi bir faaliyeti, onu kirlenmeden doğan zarardan sorumlu tutulması için yeterlidir.
-
Kirletenin, Çevre Kanunu’nun 3. maddesine dayanan sorumluluğunun şartlarının başka sebep sorumluluklarının şartlarıyla aynı zamanda aynı zarar verici kirletme olayında gerçekleşmesi mümkün olabilir. Bu takdirde kirletenin sorumluluğunun özel sorumluluk olarak diğerlerini bertaraf mı edeceği (münhasırlık ilkesi) yoksa diğer sorumluluklarla yarışacağı mı (yarışma-telahuk ilkesi-) sorunu ortaya çıkar. Zira, sorumlulukların yarışması ilkesi kabul edilirse, zarar gören işine gelen sorumluluğu seçebilir ve ona dayanarak tazminat aldığı takdirde diğer sorumluluklardan doğan tazminat hakları düşer. Buna göre; sorunun çözümünü, Çevre Kanunu madde 28/11&'de bulmak mümkündür. Bu hükme göre "kirletenin, meydana gelen, zarardan ötürü genel hükümlere göre tazminat sorumluluğu saklıdır". Böylece kanun koyucunun sorumlulukların yarışması ilkesinden hareket ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre zarar gören özellikle Çevre Kanunu madde 3(f)&'ye göre kirletenin sorumluluğu veya MK. madde 656 uyarınca taşınmaz malikinin sorumluluğu arasında, somut olayda hangisinin şartları kendisine daha elverişli geliyorsa, ona göre bir seçim yapabilir. Şu husus da belirtilmelidir ki, kirletenin sorumluluğu diğer objektif sorumluluk hallerinde olduğu gibi yardımcı kişilerin eylemlerinden sorumluluğu da kapsar (Bu konularda özlü bilgi için bkz: Haluk Tandoğan, 2872 Sayılı Çevre Kanunu’na Göre Çevrenin Kirletilmesinden Doğan Sorumluluk, Yargıtay Dergisi (YD.), C: 12, Ocak-Nisan, 1986, sayı: 1-2, sh 31 vd; İlhan Ulusan, Çevre Kirlenmesinden Doğan Sorumlulukta Fedakarlığın Denkleştirilmesi ilkesi, agd., sh. 57 vd; Sahir Çörtoğlu, Çevrenin Kirletilmesinden Doğan Sorumlulukta Taşınmaz Mülkiyetinin Aşkın Kullanılmasından Doğan Sorumluluğun Karşılaştırılması, agd., sh. 77 vd.).
Mahkemece yukarıda belirtilen hukuki ve fiili olgular dikkate alınıp tartışılmadan yüzeysel bir gerekçe ile davanın red edilmiş olması doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,”
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2013/5658 E., 2013/7889 K. Sayılı Kararı:
“Taraflar arasındaki rücuan tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacı vekili, müvekkili şirkete kasko sigortalı aracın park halinde olduğu esnada davalıya ait işyerinde çıkan yangının sirayet etmesi sonucu zarar gördüğünü, sigortalı araçta meydana gelen 6.009,00 TL hasar bedelinin müvekkili şirket tarafından sigortalısına ödendiğini, araçta meydana gelen zarardan işyeri sahibi davalının sorumlu olduğunu belirterek TTK&'nun 1301. maddesi gereğince 6.009,00 TL&'nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, yangının meydana gelmesinde müvekkiline atfedilecek kusur bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; sigortalı aracın zarar görmesine neden olan yangın olayında davalı işyeri sahibi veya çalışanlarına herhangi bir kusur atfedilemeyeceği, bu nedenle davalının sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 6762 sayılı TTK.’nun 1301. maddesinden (6102 sayılı TTK&'nun 1472. maddesi) kaynaklanan rücuan tazminat istemine ilişkindir.
2872 Sayılı Çevre Kanunu&'nun Tanımlar başlıklı 2.maddesinde; Tehlikeli Kimyasalların; fiziksel, kimyasal veya biyolojik yönden olumsuz etki yaparak ekolojik denge ile insan ve diğer canlıların doğal yapılarının bozulmasına neden olan her türlü kimyasal madde ve ürünler olduğu,
Tehlikeli Kimyasallar ve Atıklar başlıklı yasanın 13/1 maddesinde, tehlikeli kimyasalların belirlenmesi, sınıflandırılması, depolanması, risk değerlendirilmesine ilişkin usul ve esasların yönetmelikte belirleneceği,
Yasanın 13/6 maddesinde tehlikeli kimyasalların üretimi, satışı, depolanması kullanılması ve taşınması faaliyetlerinde bulunanların kanunla getirilen yükümlülükler açısından müteselsilen sorumlu oldukları,
Kirletenin Sorumluluğu başlıklı yasanın 28.maddesinde çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenlerin sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumlu olacakları, kirletenin meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğunun saklı olduğu öngörülmüş,
Yasanın 13/1 maddesinde öngörülen Tehlikeli Kimyasallar Yönetmeliği&'de ilgili Bakanlıkça çıkarılarak yürürlüğe konmuştur.
Yargılama sırasında yürürlüğe giren, 2872 Sayılı Yasanın 28.maddesinde öngörülen düzenlemelere paralel 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu&'nun 71.maddesi ile de önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletme faaliyetinde zarar doğması halinde bu zarardan işletme sahibinin ve varsa işletenin sorumlu oldukları, Tehlike Sorumluluğu olarak düzenlenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta davacıya sigortalı araç, davalıya ait, yanıcı ve parlayıcı kimyasal maddelerin depolandığı işyeri yanına park edilmiş, işyerinde meydana gelen yangının sigortalı araca sirayet etmesi sonucu araç hasarlanmıştır. Davalının meydana gelen olay nedeniyle kusurunun belirlenmesi yönünden alınan ve hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda, davalının meydana gelen olayda kusurunun bulunmadığı belirtilmiş ise de hükme dayanak yapılan bu rapor, dosya kapsamına uygun olmadığı gibi hüküm kurmaya da elverişli değildir.
Açıklanan yasal düzenlemelere göre zarara neden olan tehlikeli kimyasalların bulunduğu deponun işletmecisi olan davalının, Tehlike Sorumluluğu kapsamında meydana gelen zarardan kusursuz sorumluluk ilkelerine göre sorumlu bulunduğu halde davalının sorumluluğunun kusura dayalı sorumluluk olarak kabulü ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA”
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2012/9944 E., 2012/10688 K. Sayılı Kararı:
“Yanlar arasında görülen tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, tazminat isteğine ilişkindir.
Davacılar; 985 parsel sayılı taşınmazın maliki olduklarını, komşu taşınmazlarda faaliyet gösteren davalı Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının sürekli gaz yayan manifolusunun çevreyi olumsuz etkilediğini, ham petrol boru hattının su kaynağından geçmesi nedeniyle kurumasına sebep olduğunu ve bu sebeplerle kendilerine ait ağaç ve bahçeden ürün alamadıklarını, aslında taşınmazın kamulaştırılması gerektiğini bildirmek suretiyle, neticeten sözü edilen manifolunun yaydığı gaz nedeniyle maruz kalınan tüm zarar sebebi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 6.000.-TL tazminata karar verilmesi istekli eldeki davayı açmışlardır.
Mahkemece; gaz salınımının yasal sınırlar içinde kaldığı, davalının herhangi bir kusurunun bulunmadığı, kusursuz sorumluluğun sözkonusu olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; TMK&'nın 683. maddesi hükmüne göre malik şey üzerinde hukuk düzeninin sınırları içinde kullanma yararlanma ve tasarruf yetkisine sahip olup, her türlü haksız elatmanın önlenmesi dava edilebilir.
Davada ileri sürülen olgunun (gaz salınımı nedeni ile oluşan zararın) gerçekliğinin saptanması durumunda taşınmazdan yararlanma unsurunun kısıtlandığının kabulü zorunludur. Öte yandan aynı yasanın 737. maddesi hükmü gereğince herkes işletme faaliyetini sürdürürken komşuları olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür.
Öte yandan; 2872 sayılı Çevre Kanunu&'nun kirletenin sorumluluğu başlıklı 28. maddesi hükmünde açıkça " Çevreyi kirletenler veya çevreye zarar verenlerin sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumlu oldukları, kirletenin meydene gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğunun saklı olduğu " düzenlenmiş olup olup, öğretide bu sorumluluğun gerekli özenin gösterildiğine dair kurtuluş beyyinesine imkan tanımayan ağırlaştırılmış bir sorumluluk olduğu sonucuna varılmıştır.
O halde; kusura dayanan bir sorumluluğun koşul olarak kabul edilmesine yasal olanak yoktur.Diğer taraftan, keşif tarihinde çekişme konusu bacada yapılan ölçüm neticesinde emisyon değerlerinin düşük çıktığı ve çekişme konusu alanın davalıya ait bacadan etkilenmesinin sözkonusu olmadığı yönünde çevre mühendisi bilirkişinin görüş bildirmesine karşılık, aynı keşifte görev yapan ziraat mühedisi H. GK&'ın, çevre mühendisinin anılan görüşünüde değerlendirmek suretiyle düzenlemiş olduğu 22.11.2006 tarihli raporu ile 16.02.2009 tarihli ek roporunda; bacadan sızan gazın mevsimsel olarak değişiklik göstermesi ve gazların hava ile özgül ağırlıkları dikkate alındığında taşınmazdaki bitkilerin fotosentez ve kemosentez yaptıklarından dolayı üzüm bağında kuruma, meyvelerin tat ve aromalarında değişikliğe ve pazar değerlerinin düşmesine sebep olacağını ve bu sebeplerle davacının zararının bulunduğunu bildirmek suretiyle tazminat hesabı yapmış olması karşısında, çekişmeye konu tesisten salınan gazın limit değerleri altında olsa bile, bitkiler üzerindeki etkisinin değerlendirilmesinin ziraat mühendisinin uzmanlık alanı içerisinde bulunması karşısında raporuna üstünlük tanınması gerekeceği de açıktır.
Ne var ki; teknik bilirkişi M.İ.&'nun krokisinde sebze, nar ve kavak ekili olarak olarak gösterilen alanın 943 nolu mera parseli olduğunun bildirilmiş olması karşısında, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bu yeri davacıların tasarruf etmeleri hukuken mümkün bulunmamaktadır. O halde davacıların zararlarının tazmini bakımından mülkiyet sınırları ile değerlendirilmesi gerekeceği de tartışmasızdır.
Hal böyle olunca; davacıların mülkiyet sınırları dikkate alınarak davacının bu yönde oluşan zararını karşılayacak ve talep edilen miktarı aşmayacak şekilde tazminata karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması ddoğru değildir.
Davacı vekilinin belirtilen sebeplerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün 12.01.2011 tarihinde kabul edilen ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.&'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA,”
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2019/1444 E., 2021/2040 K. Sayılı Kararı:
“Taraflar arasında görülen davada İstanbul (Kapatılan) 51. Asliye Ticaret Mahkemesi&'nce verilen 13.03.2014 gün ve 2007/432 - 2014/110 sayılı kararı onayan Daire&'nin 14.01.2019 gün ve 2017/3044 - 2019/306 sayılı kararı aleyhinde davacı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı vekili, 12.03.2005 tarihinde Kartal-Zeytinburnu seferi yapan T.C. Bayraklı DDD 1 adlı RO-RO gemisinin battığını, taşıdığı 7 adet LPG tankerinin denizde sürüklendiğini, bazılarının kayalıklara çarpıp delinerek içlerindeki LPG&'nin atmosfere karıştığını, denizden tankerlerin kurtarma çalışmalarının 12.03.2005 ve 13.03.2005 tarihleri arasında yapıldığını, bu süre içerisinde sahil yolunun ulaşıma kapandığını, deniz trafiğinin de engellediğini, batma sonucu geminin kendi yağ ve yakıtı ile yükünü oluşturan kamyon ve tankerlerin yağ ve yakıtlarının, geminin kendisinin ve yükünün kirliliğe neden olduğunu, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi&'nin 2005/9 D.iş sayılı dosyasında yapılan tespitte kirliliğin devamının engellenmesi için gemide bulunan yağın, yakıtın, batığın çıkarılmasının gerektiğini, bu işlemlerin ve meydana gelen ekolojik hasar bedelinin toplam 2.474.375,00 TL olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 2.474.375,00 TL&'nin 12.03.2005 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiş; 12.06.2008 havale tarihli ıslah dilekçesiyle talebini 2.500.000,00 TL&'ye yükseltmiştir.
Davalı Alize Denizcilik San. ve Tic. Ltd. Şti. ile davalı Denizciler Dayanışma Derneği vekillleri, ayrı ayrı davanın reddini istemiştir.
Davalı ..., davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davanın konusu ve uygulanacak kanun hükümlerine göre aktif taraf sıfatının T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı&'na ait olduğu, karar başlığının bu tespit doğrultusunda düzenlendiği, davacı tarafından itiraz edilmeyen İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi&'nin 2005/9 D.iş sayılı dosyasında alınan raporun davacı bakımından kesinleştiği, Çevre Kanunu&'ndaki hukuki sorumluluğa ilişkin hükümlerin kusura dayanmayan ve kurtuluş kanıtı getirilemeyen objektif sorumluluk olduğu, kazanın davalı şirketin işletmesinde iken meydana geldiği, Danıştay denetiminden geçerek kesinleşen Mersin 2. İdare Mahkemesi&'nin 2008/1002 esas 2009/256 karar sayılı emsal kararı ve Çevre Kanun&'un 28. maddesi hükmü uyarınca geminin zilyetliğini çıplak gemi kirası sözleşmesi uyarınca devralan davalı şirketin, kaptan vasıtasıyla kendi adına ve hesabına deniz ticaretinde kullanan kişi olarak kirleten sıfatıyla yol açtığı zarardan sorumlu olduğu, diğer davalıların oluşan zarardan sorumlu olmadığı, olay sebebiyle çevre kirliliğinin doğduğu sabit olmakla beraber kirlilik kavramının kesin ve açık olmaması sebebiyle tazmini gereken zararın kapsamının tayinin güç olduğu, hükme esas alınan ikinci bilirkişi raporu uyarınca geminin battığı yerin Zeytinburnu Demir Mahalli sınırlarının dışında olduğu ve bu mevkide deniz derinliğinin 60 metre olduğu, batığın en üst noktasından deniz yüzeyine olan mesafenin 55 metre olduğu ve bu mesafe üzerinden geçecek gemiler için tehlike yaratmayacağı, batığın çıkarılmasının ekonomik olarak bir anlam taşımadığı, davacı tarafından bu konuda yapılan bir gider olmadığı, Liman Başkanlığı ve idarenin bu hususta Limanlar Kanununun 7. maddesine göre yerine getirmesi gereken prosedürü yerine getirmediği, potansiyel ciddi bir çevre kirliliği rizikosunun bulunmadığı ve zararın doğmadığı, denize karışmış olan yağ ve yakıtın denizden çıkarılmasının mümkün olmadığı, ekolojik hasar olarak etkilenen su ürünlerinin değeri kapsamında takdir olunan tazminatın özü itibariyle yağ ve yakıtın denize boşalması sonucu doğan zarar kalemi kapsamında olduğu, davacının yağ ve yakıtın çıkartılması yönünde bir talep hakkının olmadığı, Çevre Kanunu&'nun 2. maddesi kapsamında kirleten olan ve aynı kanunun 28. maddesi gereğince verdiği zarardan sorumlu olan davalı şirketin, davacı tarafın itiraz etmediği, bu itibarla haklarında kesinleşen delil tespiti raporu ve ikinci bilirkişi kurulu raporuna göre denize yağ ve yakıtın boşalması suretiyle etkilenecek olan su ürünü miktarına göre tayin olunan 414.375,00 TL zarardan sorumlu olduğu, haksız eylemin ticari iş niteliği taşıdığı gerekçesiyle davalı Alize Denizcilik San. ve Tic. Ltd. Şti. yönünden açılan davanın kısmen kabulü ile 414.375,00 TL tazminatın 12.03.2005 tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faiziyle tahsiline, diğer davalılar yönünden açılan davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine dair verilen kararın davacı vekili ve davalı şirket vekili tarafından temyizi üzerine karar Dairemizce onanmıştır.
Davacı vekili, bu kez karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK 442. maddesi gereğince REDDİNE, davacıdan harç ve ceza alınmasına yer olmadığına, 04.03.2021 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, hareket halinde iken fırtına nedeniyle demirleme alanında batan geminin sebep olduğu kirlilikten doğan zararın Çevre Kanunu uyarınca gemi maliki, kira sözleşmesine dayalı gemi işleteni ve gemi kaptanından müştereken ve müteselsilen tahsili talebine ilişkin olup, Mahkemece, kira sözleşmesine istinaden geminin davalı şirketin işletmesi sırasında kazanın oluştuğu, Danıştay denetiminden geçen ve böylece kesinleşen Mersin 2. İdare mahkemesinin kararına göre Çevre Kanunu’nun 28 nci maddesi uyarınca geminin zilyetliğini çıplak gemi sözleşmesi ile devralan ve kaptan vasıtası ile kendi adına deniz ticaretinde kullanan davalı şirketin Çevre Kanunu m. 2 kapsamında kirleten olduğu ve dolayısıyla oluşan zarardan sorumlu olduğu, gemi maliki olan dernek ile gemi kaptanı olan diğer davalıların kirleten olmadıkları ve dolayısıyla sorumluluklarının bulunmadığı, geminin 60 metre derinde olduğu ve en üst noktasından deniz seviyesine yüksekliğinin ise 55 metre olduğu, bu nedenle de limanlar arasında gemi trafiğine engel olmayacağı, geminin çıkarılmasının ise ekonomik olmadığı, denize karışan yağ ve gazın ise temizlenmesinin mümkün olamadığı, yağ ve gazın çıkarılması hususunda ise talep hakkının bulunmadığı, davacının delil tespiti raporu ile ikinci bilirkişi raporuna itiraz etmediği gerekçesiyle kiracı davalı şirket yönünden davanın kısmen kabulüne, diğer davalılar yönünden ise açılan davanın sıfat yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Davacı ve davalı şirket vekilinin temyizi üzerine Karar oy çokluğu ile Dairemizin 14.01.2019 gün ve 2017/3074-306 sayılı Kararı ile onanmıştır.
Davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
Dosya kapsamından anlaşıldığına göre, biri tespit raporu olmak üzere üç rapor ve mahkemece alınan raporlara itiraz edildiğinden her iki bilirkişi kurulundan ek rapor da alınmıştır. Tespit raporunda özet olarak, geminin batmasını takiben donatan ve/veya işletenin kirlilikle ilgili önlem almadığı, gemide yük olarak bulunan tırlardaki maddelerin de kirliliğe sebebiyet verdiği, olay nedeniyle oluşan kirliliği temizlemenin donatan ve/veya işletene ait olduğu, deniz dibinde bulunan gemi ve tırların kirliliğe sebep olacağı, demirleme alanında yer aldığından liman sahası bakımından da sorun olacağı, dolayısıyla batıkların çıkartılması gerektiği; Mahkemece alınan 14.05.2008 tarihli kök raporda özetle, denize karışan gazın ve yağın çıkartılmasının olası olduğu, batan gemi ve yükününde deniz dibinde kirliliğe sebep olacağı ve dolayısıyla çıkartılması gerektiği, söz konusu batığın çıkartılabileceği, itiraz üzerine bilirkişi kurulu verdiği ek raporda özetle, kiraya veren gemi sahibinin TK’ya göre donatan olmamakla birlikte, Çevre Kanunu m. 2 kapsamında faaliyette bulunan sayıldığı, bu nedenle de kirleten olduğu belirtilmiştir. Mahkemece alınan 15.02.2012 tarihli bilirkişi kök raporunda ise özetle, gemi batması olayı nedeniyle denize karışan yağ ve gazın çıkarılmasının olası olmadığı, batık geminin de çıkarılamayacağı, çıkarılmasının ekonomik olmadığı, Çevre Kanunu m. 28 kapsamında zarardan 2&' nci maddeye göre kirletenin kiracı sıfatıyla gemiyi işleten şirket olduğu, gemi maliki ve kaptanın sorumlu olmadıkları, batığın limanlar arasında seyre engel olmayacağı ve dolayısıyla Limanlar Kanunu m. 7’nin uygulama durumu bulunmadığı, itiraz üzerine düzenlenen ek raporda ise özetle, 5312 sayılı Kanun&'un olaydan sonra yürürlüğe girdiği, fırtınaya rağmen kaptanın demir atma yerine yola devam etmesinin sevk ve idare etme kusuru sayılamayacağı, bu hususun kaptanın kararı olduğu belirtilmiştir.
Gemilerin sebep oldukları çevre kirliliğinden kaynaklı zararlar, olay tarihinde yürürlükte bulunan TTK m. 1235 kapsamında gemi alacağı olmadığından, donatan olmayan gemi maliki m. 947 uyarınca söz konusu zarardan sorumlu olmamakla birlikte, kaptanın ve gemi sahibinin Çevre Kanunu kapsamında sorumlu olup olmadıklarının tartışılması gerekmektedir.
Bu kapsam incelenmesi gereken hükümler Çevre Kanunu’nun ilgili hükümleridir. Çevre Kanunu m. 28’göre, “çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Kirletenin, meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre tazminat yükümlülüğü saklıdır”. Bu hüküm ile kirletenin kusursuz sorumlu olduğu düzenlendikten sonra, genel hükümlere göre de sorumlu olduğu açıkça düzenlenmiştir. Kirleten ise, m. 2/1-bnt 8’de tanımlanmıştır. Bu hükme göre, faaliyetleri sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine, ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişiler kirletendir. Bu tanıma göre, yalnız gemiyi doğrudan işleten değil kiralamak suretiyle gemisini deniz ticaretinde bir başkasına işlettirende dolaylı işleten olarak kirleten olduğu gibi, faaliyetin sona erdiği batma olayı sonrasında da batığı çıkarmakla yükümlü olan malik ve işleten batıkları çıkarmayarak da kirliliğin artmasına sebep olmuşlardır. Zira batığın çıkarılmasından gemi malikinin sorumlu olmadığını düşünmenin hiçbir hukuki dayanağı olamaz. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı, gemi maliki de kiracı işleten gibi kirletendir. Nitekim yeterli ve denetime elverişli olan 14.05. 2008 tarihli bilirkişi kurulu kök raporu ve bu rapora yönelik itiraz üzerine verilen ek raporda donatan olmayan gemi malikinin de Çevre Kanunu kapsamında kirleten olduğu haklı olarak belirtilmiştir.
Diğer taraftan fırtınaya rağmen kaptanın demir atmayı tercih etmeyip sefere devam etmesi sonucu gemi battığından, olayda hem Çevre Kanunu m. 2 kapsamında kirleten sıfatıyla hem de sevk ve idarede kusurlu olduğundan genel hükümlere göre kaptanın da sorumluluğu bulunmaktadır. Ayni zamanda malikinde olaydan sonra kirliliğin artmasını önlemek için kirliliği artıran batıkları çıkarmak vs. gibi girişimlerde bulunmaması genel hükümlere göre de sorumlu olmasını gerektirmektedir.
Belirtilmesi gereken bir hususu ise tespit raporu ile mahkemece alınan 14.05.2008 tarihli kök ve ek rapor arasında, kirliliğin giderilmesi, batığın çıkarılması vs yönlerden farklılık bulunmamasına, yani bu raporlar aynı yönde olmasına rağmen, bu raporların neden yeterli görülmediği açıklanmadan, Mahkemece yeni bir rapor alınma cihetine gidilmesi ve böylece alınan 15.02.2012 tarihli kök ve ek rapora itibar edilmesinin gerekçesi de gösterilmemiştir. Şöyle ki aynı yönde olan ilk iki rapor varken, bu raporların neden yeterli olmadıkları açıklanmadan yeni bir rapor alınıp ona itibar edilmesi yeterli gerekçe ile ortaya konmamıştır. Ayrıca hukuken bağlayıcılığı bulunmadığı halde idare mahkemesi kararındaki hukuki değerlendirmeye itibar edilmesinin de sebebi gösterilmemiştir.
Bu durum karşısında, davacı tarafın karar düzeltme talebinin kabulü ile onama kararının kaldırılması ve kararın bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan, karar düzeltme talebinin reddi yönündeki sayın çoğunluğun görüşene katılmamaktayım.”
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2022/3934 E., 2023/6115 K. Sayılı Kararı:
“Taraflar arasındaki asıl ve birleşen dava tazminat davası olup, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Mahkeme kararı, Yargıtayca duruşma istemli olarak asıl davada davalı ... Donatanı Navigatıon Marıtıme Bulgare-PLC İzafeten acentesi Balkan And Black Sea Denizcilik Limited ve Shıpka Gemisi Kaptanı Vladımır Ilıev tarafından ve duruşmasız olarak asıl ve birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildi. Duruşma için belirlenen 24.10.2023 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp, hazır bulunan asıl ve birleşen davada davacı vekili Avukat ..., birleşen davada davalı M/T Merıom Hope Gemisi donatanı, ...., M/T Merıom Hope Gemisinin Kaptanı vekili Avukat ..., asıl davada davalılar Bulgar Bayraklı Shıpka Gemisi Donatanı izafeten Balkan Ant Black Sea Denizcilik Ltd. ve Shıpka Gemisi Kaptanı Vladımırı Ilıev vekili Avukat ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip, gereği düşünüldü.
I. DAVA
Davacı vekili asıl ve birleşen davada, 07.11.1999 tarihinde İstanbul Boğazında seyir halinde iken, İstanbul Liman Sahası Ahırkapı açıklarında SHİPKA, SEMELE ve MERİOM HOPE gemilerinin kazaya karıştığını, kaza sonrası SEMELE gemisinin battığını, içindeki yakıt, yağ ve demir yükünün çevreye zarar verdiğini, zarardan davalıların sorumlu olduğunu ileri sürerek, 3.600.000 USD&'nin faiziyle birlikte asıl ve birleşen davada davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
II. CEVAP
Asıl ve birleşen davada davalılar vekilleri, olayın meydana gelmesinde müvekkillerinin kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını, talep edilen zarar tutarının dayanağının bulunmadığını, ayrıca fahiş olduğunu savunarak, asıl ve birleşen davanın reddini istemişlerdir.
III. MAHKEME KARARLARI, BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Mahkemece Verilen İlk Karar
Mahkemece 18.03.2014 tarih, 2005/76 E. ve 2014/124 K. sayılı kararı ile asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın zamanaşımını nedeniyle reddine karar verilmiş, davacı vekili ve davalı Shipka Gemisi Donatanı Navigation Maritime Bulgare PLC&'ye izafeten acentesi Balkan And Black Sea Denizcilik A.Ş. vekili kararı temyiz etmiştir.
B. Birinci Bozma Kararı
Dairemizin 24.11.2015 tarih, 2014/17985 E. ve 2015/12485 K. sayılı kararıyla gerekçeli kararın infazda tereddüte neden olmayacak şekilde düzenlenmesi gereğine işaret edilerek yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
C. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemenin 08.11.2017 tarih, 2017/219 E. ve 2017/359 K. sayılı kararı ile kaptan bulunan davalı Demitrios Vrakas ile davalı Viladimir Georgiev Iliev hakkında açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeni ile reddine, davalı SEMELE gemisi donatanı Medima Shipping SA ile 2 no.lu davalı ... donatını Navigation Maritime Bulgare PLC hakkında açılan davanın kısmen kabulü ile 2.696.360 USD&'nin 07.11.1999 tarihinden itibaren 3095 sayılı Yasa&'nın 4/a maddesi gereğince işleyecek faizi ile birlikte davalılardan SEMELE gemisi donatanının bu tutarın 674.090 USD&'sinden SHIPKA gemisi donatanının ise 2.022.270 USD sinden sorumlu olmak üzere bu davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsil edilerek davacıya ödenmesine, birleşen davada M/V MERİOM HOPE gemisi donatanı Gold Marıtıme Ltd ile gemi işleteni Overseas Marıtıme ve Carıerrıers SA hakkındaki davanın esastan, davalı gemi kaptanı Aste Armondo hakkındaki davanın ise pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş, asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl davada davalı ... donatını Navigation Maritime Bulgare PLC vekili temyiz etmiştir.
D. İkinci Bozma Kararı
Dairemizin 10.10.2019 tarih, 2018/1312 E. ve 2019/6406 K. sayılı kararıyla yargılama sırasında 29.11.2000 tarihinde vefat ettiği anlaşılan asıl davada davalı Dimitrios Vrakas&'ın veraset belgesiyle saptanacak mirasçılarının davada davalı sıfatıyla yer almalarının sağlanması gereğine işaret edilerek bozulmuştur.
E. Mahkemece İkinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemece yukarıda tarih ve numarası verilen karar ile asıl ve birleşen davada, Belize bayraklı 5945 grostonluk Semele isimli kuru yük gemisi ile Bulgar bayraklı 16166 grostonluk Shipka isimli kuru yük gemisinin 07.11.1999 tarihinde saat 12:30 civarında Ahırkapı Feneri açıklarında çatıştıkları, çatmanın etkisi ile Semele gemisinin içinde bulunan 6535 metrik ton çubuk - kangal demir yükü ve yakıtı ile birlikte battığı, batık geminin halen deniz altında olduğu, çevreye korozyona dayalı olarak zarar vermeye devam ettiği, haksız eylem devam ettiği sürece zamanaşımının kesilmeyeceği, 2872 sayılı Çevre Kanunu (2872 sayılı Kanun) 28 inci madde kapsamında kirleten açısından tehlike sorumluluğu düzeyinde bir sorumluluk rejimi kabul edildiği, 2872 sayılı Kanun 2 nci maddesi gereğince gemi kaptanı da kirleten sıfatına sahip olduğundan, aynı Kanun&'un 28 inci maddesi hükmü gereğince çevre zararından sorumlu olduğu, eylemleri ile doğan zarar arasında illiyet bağı bulunan SEMELE ve SHİPKA gemileri donatanlarına ait olduğu, 618 sayılı Limanlar Kanun&'un (618 sayılı Kanun) 7 nci maddesine göre hangi durumlarda batığın çıkarılması gerektiğinin belirlendiği, buna göre batığın deniz trafiğine engel olmadığı, potansiyel çok ciddi çevre kirliliği (radyasyon gibi) riskinin taşımadığı, deniz dibi yapılarına zarar verme riskinin bulunmadığı, batığın tarihi ya da bilimsel bir öneminin olmadığı, bu suretle batığın çıkarılması için gerekli masraflara yönelik talebin reddi gerektiği, denize karışan petrol ürünü ve yağlama yağının toplam 135,28 ton olduğunu, International Petroleum Industry Environmental Conservation Association (IPIECA) tarafından tavsiye edilen bedele göre tonu 12.000,00 USD hesabı ile 1.623,260 USD kalıcı hasar doğduğu, etkilenecek su ürünü miktarına göre 528.205,00 TL (1.073,000 USD) zararın ilavesi suretiyle talep edilebilir toplam zararın 2.696.360,00 USD olduğu gerekçesiyle asıl davanın davalılar, Semele gemisi donatanı Medima Shipping SA, Shıpka Gemisi Donatanı Navigatıon Marıtıme Bulgare-PLC ve Shıpka Gemisi Kaptanı Vladımır Georgıev Ilıev hakkında ki davanın kısmen kabulüne ile 2.696.360 USD&'nin 07.11.1999 tarihinden itibaren 3095 sayılı Yasa&'nın 4/A maddesi gereğince işleyecek dolar faizi ile birlikte bu davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsil edilerek davacıya ödenmesine, davalısı Dimitros Vrakas ve mirasçıları hakkında ki davanın tefrikine karar verildiğinden bunlar yönünden karar verilmesine yer olmadığına, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl davada davalı ... Donatanı NAVİGATION MARITIME BULGARE-PLC İzafeten acentesi BALKAN AND BLACK SEA DENİZCİLİK Limited ve SHIPKA Gemisi Kaptanı VLADIMIR ILIEV vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
- Asıl ve birleşen davada davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; asıl davada batığın çıkarılmasına ilişkin taleplerinin reddi kararının doğru olmadığını, batığın İstanbul Boğazından uzaklaştırılmasının ekolojik öneme sahip olduğu, bilirkişi raporlarında çelişki olduğu, hesaplamaya ilişkin itirazlarının değerlendirilmediğini, birleşen davaya konu gemi donatan ve kaptanının da olayda kusurlu olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
- Asıl davada davalı ... Donatanı NAVİGATION MARITIME BULGARE-PLC İzafeten acentesi BALKAN AND BLACK SEA DENİZCİLİK Limited ve SHIPKA Gemisi Kaptanı VLADIMIR ILIEV vekili yargılamada usul hataları yapıldığını, müvekkillerinin oluşan zarardan sorumlu tutulamayacağını, bilirkişi raporlarında çelişki olduğu, hesaplamaya ilişkin itirazlarının değerlendirilmediğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.
C. Gerekçe
-
Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme Asıl ve birleşen dava, kaza sonucu batan geminin çevreye verdiği zarardan kaynaklanan tazminat istemine ilişkin
-
İlgili Hukuk
-
2872 sayılı Kanun 2 nci, 3 üncü, 28 inci madde.
-
618 sayılı Kanun 7 nci madde.
-
Değerlendirme
Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl davada davalı ... Donatanı Navigatıon Marıtıme Bulgare-PLC İzafeten acentesi Balkan And Black Sea Denizcilik Limited ve Shıpka Gemisi Kaptanı Vladımır Ilıev vekillerinin bütün temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
V. KARAR
Açıklanan sebeple;
Asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl davada davalı ... Donatanı Navigatıon Marıtıme Bulgare-PLC İzafeten acentesi Balkan And Black Sea Denizcilik Limited ve Shıpka Gemisi Kaptanı Vladımır Ilıev vekillerinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın ONANMASINA,”
Yararlanılan Kaynaklar:
Seda İrem Çakırca, “Çevreyi Kirletenin Hukuki Sorumluluğu”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:47. (Ekim 2012), ss.59-94.